“ŞU KOPAN FIRTINA TÜRK ORDUSUDUR YA RABBİ…”
Temmuz 1975, Altınözü-Hatay…
Yaz işleri müdürü Hanefi Bey elinde bir yazıyla içeri girdi.
-Kaymakamım Suriyeliler acele mülakat talep ediyorlar.
-Hayrola bir sıkıntı mı var?
-Efendim burası hudut, sıkıntı biter mi?
*
İlçe Hudut Komisyonu olarak toplandık. Seyyar (Hudut) Jandarma Bölük Komutanı’na ,
-Hayrola şikayetleri ne imiş? diye sordum.
-Cengiz Komutan, tuhafça güldü.
– Kaymakam Bey bizim Mehmetçikler… dedi; gece hudutu değiştirmişler. Adamların cenazesi varmış. Sabah kalkmışlar ki mezarlıkları bizim tarafta. Tabi cenaze de ortada kalmış. O yüzden acele mülakat isterler.
Bu sefer hepimiz gülüştük.
-Rahat durmuyor keratalar, dedi Komutan; bıraksak Şam’ı da alacaklar!
*
Anlaşmalar gereği, Suriye’ye gidilip şikayet konuları yerinde görüşülerek çözüm bulunması gerekiyordu.
Görevde yeni olduğum için yine de adet ve usulleri öğrenmek istedim. Komutan çok tecrübeliydi.
– Çözümü kolay rutin bir iş Kaymakam Bey, dedi. Davet onlardan geldiği için bizi misafir edecekler. Size düşen onların kaymakamına münasip bir hediye götürmek.
İçim hop etti. “Münasip hediye” ne olabilirdi ki? Buna benim bütçem elverecek miydi?
-Nasıl bir hediye olabilir? Diye merakla sordum.
Güldü.
-Korkmayın, dedi, onlar için en makbul hediye, Sana, Vita, Billur tuz benzeri gıda maddeleri.
-Umarım şaka yapmıyorsun, böyle hediye mi olur? Rezil olmayalım!
-Efendim, resmi görevde şaka olmaz. Merak buyurmayın en makbul hediye bu!
Rahatlamıştım. Kocaman bir gıda paketi hazırlattım.
Bu arada dikkat ettim, arkadaşlar alttan alta enimi boyumu ölçüyorlar.
– Hayrola,dedim. Ben de merakınızı çeken birşey mi var?
Aynı zamanda resmi tercümanımız olan hükümet tabibi Dr.Hüseyin bey muzipçe güldü.
-Kusura bakmayın efendim, sizden önceki Kaymakam Bey kısa ve zayıftı. Suriyeli kaymakamın yarı beline zor geliyordu. Sizi görünce bayram ettik. Bıyık altından bakıp gülüyorlardı; şimdi Kaymakam görsün deyyuslar diye seviniyoruz!
-Yahu boyun posun ne önemi var? Manken mi yarıştırıyorsunuz?
-Öyle demeyin serhat boyundasınız kaymakamım. Buralarda her ayrıntı önemlidir!
*
Ertesi gün görüşmelerin yapılacağı İdlib’in Cisr El Şugur ilçesine vardık. Kaymakamları yarbay rütbesinde resmi elbiseli, Nasri Nasra adında bir yarbaydı. Uzunca bir hoşgeldiniz nutku çekti. Ben de hoşbulduk anlamında bir konuşma yaptım.
Sıra hediye takdimine geldi. Bizim hediyeler acaba “makbul” olacak mıydı? Utana sıkala takdim ettim, usül gereği açıldı. Aaa… Adamın gözlerinin akı karasını geçti. Hemen arka odaya geçip birisiyle hararetli hararetli konuşmaya başladı.
Bizim tercümana, “ne oluyor der gibi” baktım. Kulağıma eğildi.
-Hanımıyla konuşuyor, dedi; sizin hediyeleri anlatıyor. Bir yıllık nevale tamam diye bayram ediyorlar. Neyse ki beğenildiğine ben de memnun oldum.
Gözlerim haritalarını aradı. Hep duyardım, “Haritalarında Hatay’ı Suriye toprağı olarak gösteriyorlar” diye. Baktım; gerçekten öyle. Haritayı göstererek,
-Ne bu Kaymakam Bey, dedim, siz, bir köy mezarlığı bizim hudut içine kaldı diye şikayet ediyorsunuz. Halbuki bizim koskoca ilimizi iç etmişsiniz.
Adam numaradan bozulur gibi yaptı; sonra yılıştı. Bu sorulara alışık olduğu, kaşarlanmış cevabından belliydi.
-Çok özür dileriz, bu harita Fransızlardan kalma, aldırmayın.
-Beyefendi, dedim, bizde bir söz vardır; “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulguru kaybedersin” diye. Siz de sakın ola Hatay’a giderken Halep’i kaybetmeyesiniz!
Adam cevap veremedi, bu sefer gerçekten bozuldu.
Niza konusu bölgeye gittik. Köylüler öğle yemeği hazırlamışlar. Yemek sonrası tercümanları Ebu Reşit çaktırmadan, “Köy ileri gelenlerinin komşu bir evde görüşmek istediklerini” fısıldadı . Ebu Reşit Türk asıllı Suriye vatandaşıydı. Uygun bir anı kollayarak Ebu Reşit’e, tuvaleti sordum. Anladı, ben yardımcı olayım, diye hela bahanesiyle beni komşu eve götüdü.
Köylüler uzun süre hasret duydukları yakınlarına kavuşmuş gibi sarıldılar. Çoğu ağlıyordu. Bu bizim yüzlerce yıllık büyük geçmişimizin toplumsal bellekteki izleriydi.
Mezarlık meselesinden dolayı askerlerimiz adına özür diledim. İçlerinden ak sakalı yüzüne ışık olmuş bir ihtiyar,
-Ben Osmanlı askeriydim, dedi, hem Kanal’ da, hemde Çanakkale’de savaştım, ölümlerden döndüm. Özrünüz kabul değil. Bizi zalım eline bıraktınız; sadece kabristanı değil keşke askerler bütün köyü Türkiye hududuna alsalardı da biz de kurtulsaydık.
Ne diyeceğimi şaşırdım. Belli ki, bu insanların gözü de gönlü de hala bizimleydi.
*
Usulen hududutta dolaştıktan sonra yakındaki bir karakollarında çaya davet ettiler.
Karakol ahşap bir bina idi. Askelerinin disiplinden uzak laubalilikleri hemen göze çarpıyordu. Karakol amirileri de bizim köy korucularına benziyordu. Kaymakamlarıyla Arapça tartışmaya başladılar. Karakol amiri sık sık “La” diyordu.
Ne oluyor diye bizim doktora döndüm. Meğer adam, çay yok, bu kır başında nereden bulayım falan diyormuş.
Bizim Komutan kulağıma eğildi.
– İzin verirseniz ben buldurayım,dedi.
Anlaşılan bunlara bir askerlik dersi vermek istiyordu.
-Yahu, dedim, onların bulduramadığını, bu dağ başında sen nerden bulduracaksın?
Güldü.
-Bu Mehmetçik, dedi, yerin altını üstüne çevirir, bulur getirir. Siz bir söyleyin.
Kaymakamları konuşmamızı anlamış olacak ki, bana doğru dönerek “siz bilirsiniz” der gibi ellerini açtı.
Bizim komutanın sesi karakolda gürledi.
-Aliii..!
Bu komutanın postasıydı; iki metre boyunda yağız bir Anadolu delikanlısıydı.
Bir patırtıdır koptu. Ahşap karakol yıkılıyor sandım. Gümbürtülü bir topuk selamıyla ortalığı toz toprak bürüdü. Tepeden sıvalar dökülüyordu.
-Emredin komutanım! diye ortalığı inletti.
-İki paket çay… çabuk!
-Emredersiniz!
İçimde bir endişe. Ya getiremezse? Komutana baktım rahat. Nitekim 15-20 dakika geçti geçmedi ortalık yine gümbürdedi. Ali üzeri Arapça yazılı iki paket çayla çıkageldi.
Suriyeli Kaymakam bana dönerek, biraz düşünceli, biraz da üzüntüyle kafa salladı.
-Ben aynı zamanda askerim Kaymakam Bey, dedi. Dünya ordularını biliyorum. Doğruyu söylemek gerekirse sizde askerlik başka. Geçen sene tam da bu vakitler Kıbrıs’a amfibi bir çıkarma yaptınız. Müttefiklerin Normandiya’daki amfibi çıkarmasından sonra bunu bir tek Türk Ordusu başarabildi. Tek başınıza, hem de bütün dünya karşınızdayken… Haset duymuyor değilim. Ama sizi kutluyorum.
O an, orada görüp yaşadıklarım sonrası böyle büyük bir milletin evladı olmaktan da, MEHMETÇİĞİ olan böyle bir ORDUYA sahip olmaktan da bir kez daha gurur duydum.
ALLAH Mehmetçiğimizi korusun!
Zaferi daim kılıcı keskin olsun!
Kadir Çalışıcı – Sakarya Gazetesi
KADİR ÇALIŞICI KİMDİR?
Kadir Çalışıcı, 1945, Afyonkarahisar, Türkiye, Türk bürokrat.
İlk, orta ve lise tahsilini Afyon’da tamamladıktan sonra 1968 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. 1972 yılında aynı fakültenin Siyaset ve İdare Bölümünden mezun oldu. 1973 yılında maiyet memuru olarak Afyon Valiliği’nde staja başladı. İl, ilçe teftiş ve Bakanlıklar merkez teşkilatları stajlarını takiben 1976 yılında Kaymakam olarak Adilcevaz ilçesine atandı. Sırasıyla Seyitgazi, Bulanık, Andırın, Sarayönü, Soma, Sincan ve Balçova ilçelerinde kaymakam olarak görev yaptı.
1976-1977 yıllarında Soma Kaymakamı iken, lisan eğitimi ve Belçika Devlet Teşkilatı ile ilgili araştırma yapmak için bir yıl süreyle Brüksel’e gönderildi. 1989 öğretim yılında, Milli Güvenlik Akademisine çağrıldı ve mezun oldu. 9 Nisan 1996 tarihinde Adıyaman Valiliğine, 9 Ağustos 2000 tarihinde Aksaray Valiliğine, 1 Aralık 2003 tarih ve 2003/6478 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Eskişehir Valiliğine atandı.21.12.2008 tarihli kararname ile merkez valiliğine atanmıştır. 2010 yılında emekli olmuş ve 12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak olan genel seçimler MHP’den Afyonkarahisar 3.sıra adayı olmuştur.
Son olarak ise 2014 Türkiye Yerel Seçimleri’nde MHP’den Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday olmuştur